|
|
 |
|
Bilimsel makaleler |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Kalsiyum, organizmada membran geçirgenliği, nöromuskuler ileti, kas kasılması, kemik yapımı, döllenme ve kan pıhtılaşması gibi son derece önemli görevler üstlenen bir mineraldir. Kalsiyum her şeyden önce kemiklerimizin ve dişlerimizin temel yapı maddesidir. Vücudumuzdaki kalsiyumun %99’u kemiklerimizde bulunmaktadır.
Kalsiyum ve Önemi
|
Kalsiyum, organizmada membran geçirgenliği, nöromuskuler ileti, kas kasılması, kemik yapımı, döllenme ve kan pıhtılaşması gibi son derece önemli görevler üstlenen bir mineraldir. Kalsiyum her şeyden önce kemiklerimizin ve dişlerimizin temel yapı maddesidir. Vücudumuzdaki kalsiyumun %99’u kemiklerimizde bulunmaktadır.
Kemik yapının ilk oluşum aşamasında osteoblastlar, kollajen ve ana maddeyi oluşturur. Osteoid oluşumunu takiben kollojen lifleri yüzeyinde kalsiyum tuzları çökmeye başlar. İleriki aşamalarda çöken bu tuz çekirdeklerinde hidroksiapatit kristalleri oluşur.
Diş gelişiminde de dentin ve minenin sağlıklı olabilmesi için diyette yeterli kalsiyum ve fosfatın bulunması gerekir. (www.turk-bilim.com)
Kemik büyümesi ve gelişmesi ana rahmindeki ilk haftalardan başlayarak bütün çocukluk boyunca devam etmekte ve kız çocuklarında 15-16 yaşlarına kadar, erkek çocuklarında ise 17-18 yaşlarına kadar sürmektedir. Çocuğun sağlıklı gelişimi ve kemiklerinin güçlenmesi için besinlerindeki kalsiyum içeriği büyük önem taşımaktadır. Günlük 1000 mg(1 litre süte karşılık gelir) kalsiyum organizma için yeterlidir. Bunun %35’i barsaklardan emilecek, kalanı feçes ile atılacaktır.
Bu dönemde besinlerle yeterli kalsiyum alınmaması durumunda, kemik mineralizasyonu önemli ölçüde azalır. Çocuğun kemik ve diş gelişiminde önemli sorunlar görülür. Boy sınırlı uzayabilir, uzun kemiklerin gelişiminde bozukluklar ortaya çıkabilir. Kemik kitlesi maksimum değere ulaşamaz. Sinir sisteminde kolay uyarılabilirlik, spontan deşarjlar, kaslarda tetaniler oluşur.
Yaşlılık dönemindeki insanların kalsiyuma daha çok ihtiyacı vardır. İnsanlar yaşlandıkça, vücutlarında kalsiyum ve diğer besinler eskisi kadar etkin bir şekilde emilemez. Yaşlıların kronik tıbbi problemlere sahip olması ve kalsiyum emilimini azaltan ilaçları kullanma olasılıkları da daha yüksektir.Ayrıca kalsiyumun bağırsaklardan emilimini sağlayan D vitamini miktarının yetersiz olması kalsiyum eksikliğine yol açabilir.
Yeterli kalsiyumun alınması kemik mineral kaybını azaltır, kemik sağlığının korunmasında önemli rol oynar. Bu nedenle yaşlılıkta kalsiyum içeriği yüksek besinler tüketilmelidir.
Kalsiyumun vücutta kullanılabilmesi için D vitaminine gereksinim vardır. Besinlerle D vitamini gereksinimi yeterli düzeyde karşılanamadığından yaşlıların güneş ışınlarından yeterince yararlanması sağlanmalıdır.
Kadınlarda kalsiyum, özellikle menopoz döneminde çok önemlidir. Menopozla beraber östrojen düzeyleri düşer. Östrojen, kemiklerdeki kalsiyumun azalmasını önleme görevi de görür. Menopozda östrojen düzeyi azalınca, kemik yıkımı da artmaya başlar.
Menopozdaki kadınların günde en az 1500 mg. kalsiyum almaları gerekir. Ulusal Osteoporoz Derneği, menopozdaki kadınların günde iki kez kalsiyum tableti almalarını öneriyor.
Ancak vücut tarafından emilebilen kalsiyum karbonat almaya özen gösterilmeli. Bazı kalsiyum tabletleri magnezyumlu olduğundan bunlar tercih edilmeli.
|
İnsan vücudunda ısı kaybetme mekanizmaları nelerdir? Aşırı sıcak havalarda hangi ısı kaybetme mekanizmaları çalışır, hangileri devre dışıdır? Sıcaktan korunabilmek için hangi önlemleri almalıyız? Sıcak havalarda nasıl giyinmeliyiz? "Hissedilen sıcaklık" ne demektir, önemi nedir, nasıl hesaplanır? Aşırı sıcaklarda en riskli insan grubu kimlerdir? Vücut sıcaklığının belli sınırlarda tutulmasının insan vücudu için önemi nedir? Aşırı sıcak havalarla ilgili merak ettiğiniz herşey burada...
Aşırı Sıcaklar ve İnsan Sağlığı
|
02.07.2007
Mevsim normallerinin üstünde seyreden hava sıcaklıkları, insan sağlığı üzerine olumsuz etki yapıyor. Normalde terleme yoluyla vücut ısı kaybederek sıcaklığını sabit bir düzeyde tutar. Ancak nem aşırı yükselirse terleme yeterli düzeyde olmaz. Bu durumda ısı kaybı yetersiz kaldığından bazı sağlık problemleri ortaya çıkabilir.
Biz insanlar homeotermik(=endotermik=sıcakkanlı) canlılar olduğumuzdan, vücut sıcaklığımızın sabit sınırlar içinde korunması gerekmektedir. Bu sabit sınırlar; 36.6°C - 37°C arasıdır. Ancak vücudumuzdaki ısı düzenleme mekanizmaları tam mükemmel olarak çalışmadığından vücut sıcaklığımız çevre sıcaklığına veya egzersize bağlı olarak değişebilir. Ağır egzersizde vücut sıcaklığı 40°C’ye kadar çıkabileceği gibi, soğuk hava koşullarında 35.6°C’nin altına kadar inebilir.
Vücut sıcaklığının fazla yükselmesi söz konusu olduğunda, derideki kan akımı artırılarak, vücudun iç kısımlarındaki ısının kan yoluyla deriye taşınması sağlanır. Buradan da ısı havaya verilir. Deriden ısı kaybetmemizi sağlayan üç temel mekanizma vardır:
Ø Radyasyon : Elektromanyetik dalgalarla ışıma şeklinde,
Ø Kondüksiyon: Isının çevreye iletimi yoluyla,
Ø Buharlaşma : Terleme ve solunum yoluyla.
Sıcak Havada Isı Kaybetmenin Tek Yolu Terleme!
Hava sıcaklığı çok fazla yükselip, derimizin sıcaklığından fazla olduğu zaman, radyasyon ve kondüksiyon gibi ısı kaybetme yöntemleri etkisiz kalır. Bu durumda tek yol, terlemedir! Eğer kişi hava sıcaklığının derimizin sıcaklığından daha yüksek olduğu yerlerde bulunuyorsa, giysilerini doğru tercih etmelidir. Aksi halde ısı kaybının tek yolunu da kapatmış olur ve vücut sıcaklığı yükselerek risk oluşturur. Sıcak havalarda giyilebilecek en müsait elbiseler; ince, açık ve parlak renkli, deri etrafındaki hava akımına müsaade edebilecek kadar bol elbiselerdir.
Kronik Hastalığı Olan ve Yalnız Yaşayan Yaşlılara Dikkat!
TC Sağlık Bakanlığı, 25.06.2007 tarihli genelgesinde aşırı sıcak havalarda en riskli grup olarak “kronik hastalığı bulunan ve yalnız yaşayan yaşlılar”ı bildirdi. Diğer risk taşıyan gruplar ise şöyle:
Ø Dört yaşından küçük çocuklar,
Ø Yalnız yaşayan 65 yaş ve üzerindeki yaşlılar,
Ø Bakıma ihtiyacı olanlar,
Ø Hamileler,
Ø Aşırı kilolular,
Ø Açık alanda çalışanlar,
Ø Kronik hastalığı (şeker hastalığı, kalp-damar hastalıkları, beyin-damar hastalıkları, psikolojik hastalıklar, kronik solunum sistemi hastalıkları, karaciğer hastalıkları, böbrek hastalıkları) olanlar,
Ø Sürekli ilaç (özellikle tansiyon düşürücü, idrar söktürücü, depresyon ve uyku ilaçları) kullanan kişiler,
Ø Sokak çocukları ve evsizler.
Aşırı Sıcaklardan Nasıl Korunmalıyız?
1. Saat 10.00-16.00 arası mecburi haller dışında dışarı çıkmayın, bu saatlerde denize girmeyin.
2. Dışarıda çalışmanız gerekiyorsa, mümkün olduğunca güneş altında korunmasız kalmayın, aşırı hareketlerden kaçının, sık sık tuz içeren sulu gıdalar alın. Tuz vücudunuzda suyun tutulmasını sağlayacaktır.
3. Spor yapmak için sabah ve akşam saatlerini tercih edin. Her bir saatlik spor için en az 2-4 bardak sıvı alın. Ağır fizik aktivitelerden kaçının.
4. Bebek, çocuk, engelliler ve hayvanları kapalı ve park etmiş araçlarda kesinlikle bırakmayın. Araçların iç ısıları, klima olsa dahi park edildikten çok kısa süre sonra yükselmektedir. Aracınızı terk ederken herkesin dışarı çıktığından emin olun.
5. Vücut ısısının yükselmemesi için sık sık duş alın; bunun mümkün olmadığı durumlarda ayaklarınızı, ellerinizi, yüz ve ensenizi soğuk suyla ıslatın.
6. Susuzluk hissi olmasa bile her gün en az 2-2.5 litre (12-14 su bardağı) sıvı tüketin.
7. Yağlı besinlerin ve yağda kızartmaların tüketiminden kaçının; yemeklerde bitkisel sıvı yağlar kullanın. Yemekleri pişirirken kızartma ve kavurma yerine haşlama, ızgara, kendi suyunda veya az suda pişirme gibi sağlıklı pişirme yöntemleri uygulayın.
8. Vücut direncini artırmak ve vücudun yeterli miktarda vitamin ve mineral almasını sağlamak için bol miktarda sebze ve meyve tüketin.
9. Mide kramplarına neden olabileceği için çok soğuk ve buzlu içecekler tercih etmeyin.
10. Kafein, alkol ve fazla miktarda şeker içeren içecekler vücuttan daha fazla sıvı kaybına yol açtığı için, bunları tüketmeyin.
Hissedilen Sıcaklık Önemli!
Aşağıda yer alan Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü'nün hazırladığı "sıcaklık ve bağıl neme göre Hissedilen sıcaklığın değişimi" tablosu, sıcaklığın insan vücudu üzerine etkisinde bağıl nem oranının da çok önemli olduğunu ortaya koyuyor. Örneğin; sıcaklık 36°C iken bağıl nem %70 olursa, hissedilen sıcaklık 55°C oluyor ve her an termal şoka girebilecek bir duruma geliyoruz.
Tablodaki Renklerin Anlamları
I - Isı veya Güneş Çarpması, Termal şok an meselesi
II - Güneş çarpması, ısı krampları veya ısı bitkinliği. Fiziksel etkinlik ve bu şartlarda etkilenme süresine bağlı olarak şiddetli termal stres ile birlikte ısı çarpması
III - Fiziksel etkinlik ve bu şartlarda etkilenme süresine bağlı olarak kuvvetli termal stres ile birlikte ısı çarpması ısı krampları ve ısı yorgunlukları muhtemeldir
IV - Fiziksel etkinlik ve bu şartlarda etkilenme süresine bağlı olarak oluşan termal stresten dolayı halsizlik, sinirlilik, dolaşım ve solunum sisteminde bir çok rahatsızlık meydana gelebilir
|
Her birey; iki el, iki ayak, iki göz ve iki beyin yarıküresine sahiptir. İlk bakışta simetrik gibi görünen insan vücudu, aslında önemli asimetrik detaylara sahip: Birincisi; öncü bir elimiz var(çoğu insan için sağ el), ikincisi; öncü bir gözümüz var ve üçüncüsü; beynimiz fonksiyonel olarak asimetrik: sol yarıküre teorikle(mantıksal düşünmeyle) ve konuşmayla alakalı; sağ yarıküre ise resimsel duyarlılıkla alakalı. <Devamı>

Şüphesiz ki insan vücudunun her bir parçası bir mükemmellik örneği. Ancak bazıları var ki, ya eksikliğinin hayata mal oluşuyla ya da olağanüstülüğüyle öne çıkıyor. İşte onlardan bir demet... <
İnsan Vücudundan 10 Mükemmellik Örneği
|
Şüphesiz ki insan vücudunun her bir parçası bir mükemmellik örneği. Ancak bazıları var ki, ya eksikliğinin hayata mal oluşuyla ya da olağanüstülüğüyle öne çıkıyor. İşte onlardan bir demet...
1) Ağrı duyusu
Ağrı duyusu, vücudumuzdaki olumsuzluğu bildirerek önlem almamızı ve vücudumuza zarar gelmesinden kaçınmamızı sağlayan, en önemlisi de kendimize zarar vermemizi engelleyen koruyucu bir sistemdir. (www.turk-bilim.com)
Ağrı duyusundan yoksun olarak dünyaya gelen çocuklar, hiç ağrı hissetmedikleri için, kendi kendilerinin dişlerini sökerler, gözlerini çıkarırlar ve dillerini yerler. Neticede kısa sürede yaşamlarını yitirirler. Çünkü ağrı hissetmemek demek, kendini çevrenin olumsuz etkilerinden koruyamamak demektir.
2) Negatif feed-back sistemi
 Vücudumuzda her an pek çok reaksiyon gerçekleşir. Bu reaksiyonların sonucunda gereksinim duyduğumuz bazı ürünler oluşur. Peki bu reaksiyonlar ne zaman işlemesi gerektiğini, ne zaman durması gerektiğini, ne zaman hızlanması ya da yavaşlaması gerektiğini nereden bilir?
Vücudumuzda gerçekleşen bir reaksiyon sonucunda oluşan ürün ortamda azalmışsa, bu ürüne ihtiyaç var demektir. Bu durumda reaksiyon hızlıca işler ki gerekli ürün oluşsun. Yeteri kadar ürün oluştuktan sonra ise, "negatif feed-back" mekanizması gereği reaksiyon durur. Böylece aşırı ürün birikimi engellenmiş olur.
3) Lenf Sistemi
Vücudumuzda kan ile doku arasındaki madde alış-verişi kapiler ile doku arasındaki interstisyel alanda gerçekleşmektedir. Burada kapilerdeki besin ve oksijen dokuya verilirken dokudaki metabolizma artıkları da kapilere geçer. Mantıken burada sıvı birikimi olmaması için kapilerden çıkan madde miktarı ile kapilere giren madde miktarı eşit olmalıdır. Ancak değildir! Kapilere dönen madde miktarı, kapilerden çıkandan azdır. Aradaki bu fark ise, lenf sistemi dediğimiz özel bir sistemle interstisyel alandan toplanıp tek yönlü olarak iletilir ve tekrardan kan dolaşımına verilir.
Lenf sistemindeki olası bir sorunda interstisyel alandan madde toplanamayacağından burada sıvı birikir ve "ödem" dediğimiz tablo oluşur. Lenf sisteminin çalışmaması durumunda 24 saat içinde ölüm gerçekleşir.
4) Hidrojen Tampon sistemleri
 Kanımızın H iyonu konsantrasyonu pH değerini belirler. H iyonu konsantrasyonu arttığında pH düşerken (asidoz), H iyonu konsantrasyonu azaldığında pH artar(alkaloz). Kanımızın normal pH değeri 7.35-7.45 arasındadır. Eğer kan pH'sı 7.00'ın altına düşer ya da 7.80'in üstüne çıkarsa yaşam tehlikeye girer.
pH değerinin bu dar sınırlar arasında tutulabilmesi, tampon sistemleri sayesinde olmaktadır. Protein tampon sistemi, fosfat tampon sistemi, hemoglobin tampon sistemi, bikarbonat tampon sistemi gibi sistemler örnek gösterilebilir.
5) Frank-Starling Mekanizması
Vücuttaki tüm çevre dokular, metabolik ihtiyaçlarına göre kendi kan akımlarını düzenlerler. Metabolik ihtiyaç artıp azalabildiğine göre çevre dokulara giden kan miktarı da artıp azalabilir. Bunun sonucunda da çevre dokulardan toplar damarlarla kalbe dönen kan miktarı artar ya da azalır. İşte kalbin gelen bu kanın miktarına göre kasılma gücünü ayarlamasına "Frank-Starling mekanizması" denir. Bu mekanizma sayesinde, toplardamarlarla fazla miktarda kan geldiğinde, kalp daha güçlü kasılarak bu kanın birikmesini önler.
6) Sindirim yolu koruyucu tabakaları
Sindirim yolumuzda ağızdan başlayarak sırasıyla yutak(pharinx), yemek borusu(eusophageus), mide(gaster), ince barsaklar(intestinum tenue) ve kalın barsaklar(intestinum crasum) çeşitli koruyucu yapılara sahiptirler. Özellikle dilimizin üst yüzündeki keratinli epitel tabakası ve yemek borusu ve midedeki mukus tabakası sayesinde elimizle tutamayacağımız kadar sıcak olan çayı içmemiz mümkün olur. Sindirim kanalındaki mukus tabakasının bir işlevi de kaygan bir zemin oluşturup, içeriğinin kolay ilerlemesini sağlamaktır.
7) Portal Venöz Sistem
Vücudumuzda en fazla miktarda aminoasit metabolizması sonucunda oluşan amonyak, zehirli etkiye sahiptir. Aldığımız besinler sindirilip ince bağırsaklarda emildikten sonra direk kan dolaşımına verilirken, zehirli olan amonyak hepatik portal sistem aracılığıyla karaciğere gönderilir. Burada üreye dönüştürülüp zehirsizleştirilmiş olur ve sonra kan yoluyla böbreklere, oradan da idrarla vücut dışına gönderilir.
Hepatik portal sistem olmasaydı amonyak da direk kana geçerdi. Kanda amonyak konsantrasyonu arttığından toksik etki görülürdü.
8) Baroreseptörler
Kan basıncının normal seviyede kalmasını sağlayan önemli sinirsel mekanizmalardan biri, baroreseptör reflekstir. Özellikle karotis bifurkasyonundaki sinus caroticus bölgesinde ve aort kavsinde yerleşmiş olan baroreseptörler (=presoreseptörler=gerim reseptörleri), kan basıncı artışında gerilir. Gerim üzerine merkezi sinir sistemine uyarı gönderilir. Bu uyarıya yanıt olarak otonom sinir sistemi kan damarlarını uyarır ve damarlar genişleyerek kan basıncı düşürülür.
9) Kafatası
 Kafatasımız(cranium), tek ve çift kemiklerin oynamaz eklemlerle birleşmesiyle oluşmuştur (istisnası var. Örn: çene kemiği[mandibula]). Kafatasımız, hayati öneme sahip olan beynimizi çepeçevre sarıp dış etkilerden korumanın yanında; görme, işitme, tatma, koklama gibi duyu organlarımızı da barındırır. Böylece baş bölgesine aldığımız en sert darbelerde bile beynimiz ve bu duyu organlarımız zarar görmez.
10) Kan-testis bariyeri
Kan-testis bariyeri, testiste sertoli hücreleri arasındaki sıkı bağlantılar sayesinde oluşur. Bu bariyer bu bölümdeki hücreleri enfeksiyona karşı korur.
Bağışıklık sistemimiz, embriyonik dönemde karşılaştığı yapıları vücudun "kendi yapıları" olarak değerlendirir ve bunlara cevap vermez. Bu dönemde karşılaşmadığı yapıları ise "yabancı" olarak nitelendirir ve onlarla savaşır. Erkek bireyde sperm üretimi ergenlik(puberte) ile başladığından, sperm hücreleri bağışıklık sistemi için yabancı statüsündedir. İşte kan-testis bariyerinin bir görevi de sperm hücrelerinin bağışıklık sistemi ile karşılaşmasını önlemektir. Bu bariyer olmasaydı, spermleri yabancı olarak niteleyen savunma sistemimiz onlarla savaşır ve infertiliteye sebep olurdu.
|
Kan Yapımı (Hematopoez)
|
Yaşam süreleri hayli kısa olan kan hücrelerinin hematopoetik organlardan sürekli üretilmeleri gerekir. Embriyogenezin erken dönemlerinde vitellüs kesesinin mezoderminden üretilen kan hücreleri, daha sonraki dönemde karaciğer ve dalaktan, fetal dönemin sonunda ise kemik iliğinden üretilir.
Kök hücreler bir daha geri dönüşümü olmayacak şekilde farklılaşabilme yeteneğine sahip hücrelerdir. Tüm kan hücreleri kemik iliğindeki tek bir hücreden gelişmiştir. Bunlara pluripotent kök hücreler denir. Bunlar lenfoid ve myeloid hücreleri oluştururlar. Myeloid hücreler kemik iliğinde gelişerek eritrosit, granülosit, monosit ve megakaryosit oluştururken; lenfoid hücreler dalak ve timusa göç ederek lenfositleri oluşturur.
Progenitör hücreler bölünerek hem yeni progenitör hücreleri, hem de öncül hücreleri oluştururlar. Öncül hücreler sadece tek tip hücreye farklılaşabilirler.
Hematopoezin olabilmesi için, uygun mikroçevre ve büyüme faktörleri gerekir. Eğer farklılaşmamış hücrelerin çoğalması uyarılır ya da baskılanırsa hematopoetik hücreler aşırı artar ya da azalır. Bu da hematopoetik hastalıklara yol açar.
Hematopoezin olduğu yer kemik iliğidir. Kırmızı kemik iliği, kan hücreleri ve bunları yapan hücreleri renginden dolayı bu adı almıştır. Sarı kemik iliği ise yağ hücreleri yönünden zengindir. Yeni doğanda tüm kemik iliği kırmızı iliktir, yaşlandıkça sarı ilik artar. Hipokside ve kanamada sarı ilik tekrar kırmızı iliğe dönüşebilir. Kırmızı iliğin görevi; kan hücrelerini üretmenin yanında, eritrositlerin makrofajlarca yıkılmasıyla hemoglobinden ayrılan demirin depolanmasıdır.
Bazı Kan Hücrelerinin Farklılaşması
Eritrosit Olgunlaşması (Eritropoez)
Proeritroblast > Bazofilik eritroblast > Polikromatofilik eritroblast > Normoblast(Nukleus hücreden atılır) > Retikülosit > Eritrosit
Granülosit Olgunlaşması (Granulopoez)
Myeloblast > Promyelosit > Myelosit > Metamyelosit > Granulosit
Trombositler
Megakaryoblast > Megakaryosit > Trombosit
(Megakaryosit>Trombosit geçişinde, megakaryositteki membranla bölünmüş parçalar ayrılarak trombositleri oluşturur.)
|
Hücreler insanlar gibi konuşur, anlaşır, çevresini sorgular, algılar ve farklı durumlara karşı farklı tutum geliştirebilir.
|
Hücreler Konuşur Mu?
|
Hücreler insanlar gibi konuşur, anlaşır, çevresini sorgular, algılar ve farklı durumlara karşı farklı tutum geliştirebilir.
Hücre çoğalmak için işareti çekirdeğinden alır belki ama, bu işaretin verilmesinde komşu hücrelerin de önemi büyüktür. Hücre, çekirdeğe sormadan kafasına göre bölünemeyeceği gibi, çekirdek de komşularına sormadan kafasına göre hücreye “bölün” emri veremez. Hücre, bölünmesini gerektiren durumlar ortaya çıktığında, eğer komşu hücrelerden bölünebileceğine dair izin alabilirse bölünür. Örneğin; bir kaba konulan sağlıklı hücreler çoğaltılırsa, ancak bir sıra halinde ortamın yüzeyini kaplayana kadar çoğalırlar. Ardından hücreler birbirlerine “artık çoğalmak için yer kalmadı, her tarafı doldurduk” anlamına gelen sinyaller gönderirler ve böylece çoğalma durur. Buna “kontak inhibisyon” denir. Eğer hücrelerde bu mekanizma çalışmıyorsa, bu durumda çoğalma kontrolü kaybolmuş demektir. Hücreler kontrolsüzce çoğalır ve kapta üst üste binmeye başlarlar. Bu durum bir çok hücrelide ortaya çıkarsa kanser tablosu oluşur ve genellikle ölümle sonuçlanır.
Hücrelerin gönderdiği ekstraselüler sinyal molekülleri hedef hücrenin üzerindeki veya içindeki spesifik reseptörler ile tanınır ve çok karmaşık mekanizmalar yoluyla yorumlanırlar. Eğer reseptör hücre içindeyse, buna bağlanacak ligandın hücre zarını geçebilecek nitelikte olması gerekir. Hücreler arasında sinyal iletimi için nükleotidler, peptidler, aminoasitler, steroidler, yağ asidi türevleri ve retinoidler; hatta nitrik asit ve karbonmonoksit gibi gazlar bile kullanılabilir. Bu moleküller hücreden, difüzyon ve çoğunlukla da ekzositoz yoluyla salınırlar.
Bu sinyaller sinaptik sinyaller gibi belli bir mesafeye, hatta endokrin sinyaller gibi çok uzaklara bilgi ulaştıran sinyaller olabileceği gibi, sadece çevresindeki birkaç komşu hücreyi etkileyebilen bölgesel(parakrin) sinyaller de olabilir. Parakrin sinyaller komşu hücreler tarafından tutularak ya da enzimler tarafından etkisiz hale getirilerek bu sinyal moleküllerinin uzağa difüzyonları engellenir.
Bunun dışında bazı hücreler de tekrar kendi reseptörlerine bağlanabilecek sinyaller salabilir. Buna otokrin sinyal denir. Örneğin; gelişme sürecinde farklılaşma aşamalarından birinde hücre içinde bulunduğu süreci kuvvetlendirmek için kendi kendini uyarıcı otokrin sinyal molekülleri salabilir. Bunu tek bir hücre yaparsa olay çok etkili olmaz belki ama, birçok hücre aynı anda otokrin sinyal molekülleri salımı yaparsa, bu durumda o tipteki her hücre güçlü bir otokrin sinyale maruz kalmış olur.
Sonuç olarak, hücreler çok çeşitli yollarla yakına, uzağa hatta kendilerine sinyal moleküllerini kullanarak mesajlar gönderir ve birbirlerini etkilerler. Zaten hücre, çevresinin durumuna göre kendi durumunu şekillendiriyor olmasaydı, yaşaması da pek mümkün olmazdı herhalde.
|
|
|
|
|
|
|
Bugün 6 ziyaretçi (10 klik) kişi burdaydı! |